Kendimce Bir Yazı : Körebe

Kendimce Bir Yazı : Körebe

Şub 20, 2012 0 Yazar: Cem TÜRK

[box type=”info”]Artık sitede kendimce (kendi çapımda) yazdığım, yaptığım şeyleri de paylaşmaya karar vermiştim. İşte onlardan biri, kendimce bir yazı : körebe[/box]

bazen ne kadar da kör olabiliyor insan… belki doğamızda bu var, herşeyi görmek istediğimiz gibi görüp en kötü şeyi bile hayra yorabilecek kadar kaybedebiliyor insan kendini… taa ki herşeyin öyle olmadığını farkedinceye dek.

Hoş aslında suç bizde değil, hiçbirşey göründüğü gibi değil ki… Bazen insan gördüğüne inanmak istiyor gerçek olmak için fazlaca iyi olsada.. Ne kadar süreceğini bilmediğimiz bir körebe oyununda ucundan yakaladığımız umutlara delicesine sarılıp mutlu olmayı bekliyoruz.. Ve çoğu zaman herşey umulduğu gibi gitmiyor..

Sence de öyle değil mi? Nasıl da herşeyin iyi gitmesini umuyorduk ikimiz de.. Mutluluğa o kadar muhtaçtık ki… Aksini aklımızdan geçirmek bile istemiyorduk ikimizde..

Seni göreceğim o gün gelmeden sık sık düşüncelere dalıyordum…

Aslında ikimiz de mutlu olmayı sonuna kadar hakediyoruz… Ah bir de nerede nasıl bulacağımızı bilseydik içimiz rahat edebilirdi o zaman, çünkü belirsizlik insanın içini kemiren bir hastalık gibi… Sanırım elimde sihirli bir değnek olsa düşünmeden kullanırdım belirsizliğin sona ermesi için… Ama ne elimde ne bir sihirli değnek var ne de seni düşünce gücümle manipüle etme yeteneğim.. Tek yapabileceğim beklemek ve iyi geçmesini ummak…

Beklerken zaman giderek daha da yavaşlıyor gibi… ve sonunda hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir gecenin ardından o gün geliyor…

ve ilk kez karşımdasın, oturuyorsun öylece…

benimse aklımda düşünceler, o kadar güzelsin ki.. hayır, hayır… sadece görünüşten bahsetmiyorum.. seni hayallerimdekinden bile güzel yapan birşeyler var… ve ne olduğunu kelimelere sığdıramıyorum ama bunu öylesine hissediyorum ki en küçük hücrelerim bile uyuşuyor sanki bir an… zaman yavaşlayıp duruyor adeta, etraftaki herşey silikleşiyor, çevredeki insanlar artık yok gibi, dışardaki ışıklar sadece bir karartı ve sen hayatın yegane kaynağı, karşımda duruyorsun…

gözlerin bir ceylanınki gibi son derece masum ve güzel, dışarıya bakıyorsun, ifadesiz yüzüne bakınca saf güzelliğin ne demek olduğunu anlıyorum, su gibi durusun, benimse susuzluğum çöllerden öte.. saçlarının karanlığıyla çevrelenmiş beyaz tenin ay ışığı gibi parlıyor… ve yüzüne bakınca bu bir dolunay olmalı diyorum içimden…

ama dudaklarım aralanmıyor bile… ben bunları düşünürken kimbilir sen ne diyarlardasın.. aklından neler geçiyor kimbilir? sen de benim gibi düşünüyor olabilirmisin? ya da önceden dediğin gibi ilk başta çok iyi anlaştığını düşünüp sonradan pek de öyle olmadığını farkettiğin senaryo mu tekrar ediyor derinlerde? emin olamıyorum…

hem neden benim gibi daha ilk akşamdan mantığının dizginlerini kaçırıp ahmaklığın denizinde boğulasın ki? Daha birbirimizi doğru düzgün tanıyor bile sayılmayız, zaten tanıdığım çoğu insana göre aklın, mantığın ve farkındalığın öyle güzel işliyor ki, öyle ipin ucunu hemen kaçıracağına ihtimal bile vermiyorum..

konuştukça farkediyorum ki birşey anlatırken gergin olan tek sen değilsin, hatta birkaç kelimeyi telaffuz edemeyen, belki de asıl klinik vaka olan benim.. aslında sana tüm hissettiklerimi anlatmalıyım ama ne uygun kelimeleri bulabiliyorum, ne yeri ne de zamanı… tek yapabildiğim herşeyin iyi devam etmesini ummak.. derken zaman su gibi akıp geçiyor ve vedalaşma vakti geliyor..

tekrar görüp göremeyeceğimi bilmediğim yüzüne son bir kez bakıyorum, en ince hatlarına kadar aklıma kazınmış çoktan… derken arkanı dönüp yürüyorsun karanlığa doğru… bir an çırılçıplak buz gibi bir rüzgara maruz kalmış gibi hissediyorum… yavaşça karanlığın içinde kayboluyorsun ve şehrin tüm ışıkları sönüyor… ucunu bucağını bilmediğim bir boşlukta yapayalnız kalıyorum…

25.09.2011